Nâzım Hikmet’e, İade-i itibar edilecekmiş. Sahi kim almıştı ki itibarını elinden koca ustanın...
Afganistan, Almanya, Andora, Angola Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bahama, Bangladeş, Belçika, Beyaz Rusya, Bulgaristan, Burma, Cezayir, Cibuti, Çekoslavakya, Çin, Danimarka, Doğu Timor, Dominik, Ekvator, El Salvador, Eritre, Ermenistan, Estonya, Fas, Fiji, Fildişi Sahili, Filistin, Fransa, Gabon, Gambiya, Gana, Guatemala, Güney Kore Gürcistan, Haiti, Hindistan, Hollanda, Honduras, Irak, İngiltere, İran, İspanya İsrail, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Jamaika, Japonya, Kamboçya, Kamerun, Kanada, Kazakistan, Kenya, Kuzey Kore, Laos, Letonya, Lesoto, Libya, Lübnan, Lüksemburg, Macaristan, Malavi, Malezya, Mali, Malta, Moldova, Moritanya, Mozambik, Namibya, Nauru, Nepal, Nikaragua, Nijerya, Norveç, Orta Afrika Cumhuriyeti, Özbekistan, Pakistan, Peru, Polonya, Portekiz, Romanya, Rusya, Ruanda, Samoa, San Marino, Senegal, Sırbistan, Singapur, Somali, Slovenya, Sudan, Surinam, Suriye, Şili, Tacikistan, Tanzanya, Tayland, Tayvan, Togo, Tunus, Türkmenistan, Uganda, Ukrayna, Umman, Uruguay, Yemen, Yeni Zelanda, Yunanistan, Zambiya ve Zimbabwe.
Bu ülkelerde hep itibarlı idi Nâzım. Bana öyle geliyor ki; biz kendi itibarımızı kurtarmaya çalışıyoruz. Ellemeyin, rahat uyusun. O, bu küçük Dünya’nın, Kocaman şairidir.
İTİBAR II
Basından:
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak Açıkladı; “Türkiye’nin İTİBARINI zedeleyecek bir harekette bulunmadık. Her şey Başbakan Recep Tayyib Erdoğan’la görüştükten sonra gelişti” dedi.
Yine Basından:
02.01.2009 Gazze, Vurulmadan bir gün önce; Türkiye İsrail ile 167 milyon Dolarlık silah anlaşması yaptı. 04.01.2009 Gazze vurulduktan bir gün sonra, Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil ÇİÇEK’E sorulduğunda; “Türkiye İTİBARLI bir ülkedir, bu konu ile bağlantı kurulmaması gerekmektedir” dedi.
Yine de Basından:
23.07.2002, İsrail Uçakları Gazze yi vurdu, ölenlerin çoğunluğu çocuklar olduğu belirtilmektedir. Yüzlerce ölü ve yaralı var.
Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, “İsrail ile 1,5 Milyar Dolarlık silah anlaşması yapılmıştır, Amerika’dan alınan M60-A1, tanklarının modernizasyonu İsrail’de yapılması kararlaştırıldı. Türkiye Bölgesinde İTİBARLI bir ülke konumundadır” dedi.
Atalarımız ne demiş; İTİBAR bitmeyen Servettir.
(6 Ocak 2009)
16 Ekim 2009 Cuma
İnsanlığın Lüzumu Yok - 2
Çakal, ormandan ayrılıp yakın akrabası Kurt’u aramaya koyulur. Kurt’un Aslan ile arası yoktur. Bu yüzden uzun yıllar önce ormanı terk etmiştir. Çakal uzun aramalardan sonra Kurt’un izini bulur.
Çakal; “Alında selam verilecek hayvan değil ama ne yapalım? İt oğlu it, uzaktan akraba oluyoruz ama ne gezer bunun gibilerde akrabalık. Sürüyle gezerler, sürüyle avlanırlar. Her neyse izini bulduk ya, çok şükür. Ne lazım, biraz uzaktan duralım. Derenin öbür kıyısından seslensek fena olmaz. Hey, Kurt kardeş bak buradayım, ben, çakal; yakın akraban, sana güzel haberler getirdim. Yüce kralımız aslan kendisine orman işlerinde yardım edecek birini arıyor. Aklıma hemen sen geldin, koşup haber vereyim akrabama dedim. Tilki denen o süprüntü, olmadık kişilere gider şimdi.”
Kurt; “Yüce kralıymış, yağcı teres. Kim bilir ne fırıldaklar geldi aklına! İkide bir akraba falan deme, hayatın hırsızlıkla geçiyor senin nerden akraba oluyoruz seninle? Tilki soyundan gelme soysuz it. Tilki en azından yaptığını gizlemiyor. Yine, ne fırıldakların var? Anlat bakalım.”
Çakal, olanı biteni anlatır, “Allah bilir, yakında aslan gidicidir. Büyük seçimle Krallığa sen seçilirsin. Sonra bütün orman gelirleri senin olur. Ben de senin yardımcın olurum. Olmaz mı kurt kardeş?”
Kurt; “Git, Aslan’a söyle göreve talibim. Kadromla gelirim. Kimseyi yanıma istemem. Demokratik bir seçim olursa ormana dönerim. Ha! Tilkiye de söyle fazla uğraşmasın aday bulacağım diye! Filler nasıl olsa beni destekliyor, panterlerin oyları da benim sayılır. Ormanı mum gibi yaparız.
Çakal; “Ulan, iyi mi yaptık kötümü yaptık, belli değil. Olsun, Tilki kurnazını sevmiyor ya!
Yeter. Bir de, kimseye eyvallahı yok. Baksana Aslanı bile iplemiyor. Tamam, uyar bu.
Sayın Kralım; Size Orman işlerinde yardımcı olacak birini buldum. Ormana belediye Başkanı yapabileceğiniz tek isim bence O.
Aslan; “Kim? Hem, biliyorsun seçimle bulunacak bu hayvan. Kimse benim korkumdan benim seçmemi istemiyor. Evet, Kim bu?”
Çakal; “Kurttur, Sayın kralım, kurt. Size saygılarını gönderdi. ‘Kralımın takdirlerine mazhar olmak, beni onurlandırmıştır her zaman’ dedi.”
Aslan; “Ulan! Bu Çakal yalan söylüyor, Kurt böyle sözler sarf etmez. Diktir, kimseye eyvallah demez, ne sarı tüylüdür O. Ormandan kovduğumda bile gıkı çıkmadan çekti gitti. Bir kere, filcidir, O. Ama dur bakalım, bu çakalın bir bildiği vardır. Boşuna bu kadar yolu tepmemiştir.
Aslında Kurt disiplinlidir, bu işi iyi de yapar. Gel gelelim Tilki ile arası yoktur. Tamaaam iş anlaşılıyor. Çakalın, Kurt’u neden istediğini anlıyorum. Peki, Çakal kardeş, Kurt’a açıktan bir destek vereceğim ama bu yalnızca ikimizin arasında kalacak.
Çakal; Siz merak etmeyin sayın kralım, Kurtlar vadisinde bile sırrımızı bilemeyecekler. Bak tilki, ben bu Kurt’u Belediye Başkanı yapmazsam Sırtlan olayım. Savulun, Bozkurt geliyor.
Kurtlar Vadisi, Orman. Ah ulan, birde beni dinlese şu Kurt! Ormanı ne güzel idare ederiz.
Yazarın notu:
Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni,
Sinme tilki gölgesinden, ko parçalasın aslan seni.
Bu Azeri atasözünün yukarıdaki hikâye ile güzel bir uyum sağladığını düşündüm ve orijinaline uygun olarak sizlere sundum.
(31 Aralık 2008)
Çakal; “Alında selam verilecek hayvan değil ama ne yapalım? İt oğlu it, uzaktan akraba oluyoruz ama ne gezer bunun gibilerde akrabalık. Sürüyle gezerler, sürüyle avlanırlar. Her neyse izini bulduk ya, çok şükür. Ne lazım, biraz uzaktan duralım. Derenin öbür kıyısından seslensek fena olmaz. Hey, Kurt kardeş bak buradayım, ben, çakal; yakın akraban, sana güzel haberler getirdim. Yüce kralımız aslan kendisine orman işlerinde yardım edecek birini arıyor. Aklıma hemen sen geldin, koşup haber vereyim akrabama dedim. Tilki denen o süprüntü, olmadık kişilere gider şimdi.”
Kurt; “Yüce kralıymış, yağcı teres. Kim bilir ne fırıldaklar geldi aklına! İkide bir akraba falan deme, hayatın hırsızlıkla geçiyor senin nerden akraba oluyoruz seninle? Tilki soyundan gelme soysuz it. Tilki en azından yaptığını gizlemiyor. Yine, ne fırıldakların var? Anlat bakalım.”
Çakal, olanı biteni anlatır, “Allah bilir, yakında aslan gidicidir. Büyük seçimle Krallığa sen seçilirsin. Sonra bütün orman gelirleri senin olur. Ben de senin yardımcın olurum. Olmaz mı kurt kardeş?”
Kurt; “Git, Aslan’a söyle göreve talibim. Kadromla gelirim. Kimseyi yanıma istemem. Demokratik bir seçim olursa ormana dönerim. Ha! Tilkiye de söyle fazla uğraşmasın aday bulacağım diye! Filler nasıl olsa beni destekliyor, panterlerin oyları da benim sayılır. Ormanı mum gibi yaparız.
Çakal; “Ulan, iyi mi yaptık kötümü yaptık, belli değil. Olsun, Tilki kurnazını sevmiyor ya!
Yeter. Bir de, kimseye eyvallahı yok. Baksana Aslanı bile iplemiyor. Tamam, uyar bu.
Sayın Kralım; Size Orman işlerinde yardımcı olacak birini buldum. Ormana belediye Başkanı yapabileceğiniz tek isim bence O.
Aslan; “Kim? Hem, biliyorsun seçimle bulunacak bu hayvan. Kimse benim korkumdan benim seçmemi istemiyor. Evet, Kim bu?”
Çakal; “Kurttur, Sayın kralım, kurt. Size saygılarını gönderdi. ‘Kralımın takdirlerine mazhar olmak, beni onurlandırmıştır her zaman’ dedi.”
Aslan; “Ulan! Bu Çakal yalan söylüyor, Kurt böyle sözler sarf etmez. Diktir, kimseye eyvallah demez, ne sarı tüylüdür O. Ormandan kovduğumda bile gıkı çıkmadan çekti gitti. Bir kere, filcidir, O. Ama dur bakalım, bu çakalın bir bildiği vardır. Boşuna bu kadar yolu tepmemiştir.
Aslında Kurt disiplinlidir, bu işi iyi de yapar. Gel gelelim Tilki ile arası yoktur. Tamaaam iş anlaşılıyor. Çakalın, Kurt’u neden istediğini anlıyorum. Peki, Çakal kardeş, Kurt’a açıktan bir destek vereceğim ama bu yalnızca ikimizin arasında kalacak.
Çakal; Siz merak etmeyin sayın kralım, Kurtlar vadisinde bile sırrımızı bilemeyecekler. Bak tilki, ben bu Kurt’u Belediye Başkanı yapmazsam Sırtlan olayım. Savulun, Bozkurt geliyor.
Kurtlar Vadisi, Orman. Ah ulan, birde beni dinlese şu Kurt! Ormanı ne güzel idare ederiz.
Yazarın notu:
Geçme namert köprüsünden ko aparsın su seni,
Sinme tilki gölgesinden, ko parçalasın aslan seni.
Bu Azeri atasözünün yukarıdaki hikâye ile güzel bir uyum sağladığını düşündüm ve orijinaline uygun olarak sizlere sundum.
(31 Aralık 2008)
İnsanlığın Lüzumu Yok!
Aslan, yaşlanmış ve yorgun düşmüştür. Artık ormanın her yanına yetişememektedir. Bir gün yardımcısı tilkiyi yanına çağırır.
Aslan; “Bak, ben artık eskisi gibi her işe koşamıyorum. Koca orman, nüfus arttı, bakımdı, temizlikti derken akşam oluyor. Yattığım yeri bilmiyorum, ormanlar kralıyım ama ertesi gün orman ahalisinin karşısında uyukluyorum. Ne önerirsiniz, bay tilki?
Tilki bu, derhal kafasında şimşek hızı ile çare arar ve kendine göre bulur.
Tilki; “Sayın kralım, bilirsiniz ben şehirlere girip çıkarım. Bir tavuk uğruna kaç kez bu canım postu deldiriyorduk. Uzatmayalım, kentlerde hep sabaha karşı çöpleri birilerinin topladığını; koca koca arabalara yüklediklerini izledim. Arabalarda hep o kentin adını taşıyan ‘……BELEDİYESİ’ ile biten yazılar gördüm. Şehrin su ve kanalizasyon işlerini de bunlar yapıyor. Kısacası kralım, insanların her işini hemen, hemen bunlar yapıyor. Bunların başkanına da Belediye Başkanı diyorlar. Biz de, sizin işlerinin azalması için birini buluruz, orman işlerinde size yardımcı olur.
Aslan; “Peki, benim krallığım, benim kanunlarım ne olacak? İktidarımı yitirmez miyim?
Tilki; “Asla, Sayın Kralım. Aksine kuvvetlenecektir. Siz ormanı daha rahat denetleyeceksiniz.”
Aslan; “Bu görevi kim ister ki?”
Tilki; “Sen canını sıkma kralım, bu görev için talipliler birbirini çiğneyecekler. Ben, hemen çalışmalara başlıyorum.”
Tilki, koşarak yakın arkadaşı Çakala varır. Kendi gibi kurnaz olan arkadaşı olayları dinler.
Çakal; “Bu işi iyi organize edersek bir daha hiç çalışmayız, ormanın en güzel yerlerini kendimize ayırırız. İstediğimiz ayağımıza gelir.”
Tilki; “Ama kimi? Dikte edeceğimiz kim var? Bizden kurnaz olmayacak, bizi dinleyecek, bizim sözümüzden çıkmayacak kimi buluruz? Ağır, fazla atak olamayan, dediklerimizi yapacak biri lazım, çakal kardeş. Ayrıca, biz birbirimize kazık atmayacağız tamam mı?
Çakal; “Asla! Ben Tilki kardeşimi kazıklar mıyım? Allah yazdıysa bozsun. Bunları düşünme şimdi. Benim aklıma başkanlık için; Orangutan gelir. Bütün gün ağacın tepesinde uyuklar durur. Sonra Maymun nüfusu oldukça fazladır. Seçimleri kazanma olasılığı en yüksek odur.
İkinci olarak da deve gelir aklıma, onun da fazla bir bilgisi yoktur. Allahın günü geviş getirir. Melül melül bakar insanın yüzüne. Bu ikisinden daha safını bulamayız. Sen ne dersin kardeşim?
Tilki: “Ya ben, daha değişik birini önermek istiyorum. Bataklıktaki timsah tam bu iş için bire bir. Her türlü batak işi anında bitirir. Eh! Bize de böyle bir tecrübeli biri lazım. Yapar, eder oturur bir de gözyaşı döker. Öyle bir götürücüdür ki anlayamazsın koca öküzü kaşla göz arasında kaybeder. İkinci olarak şempanzeyi öneririm; Onun da aşırıcılıkta üstüne yoktur. Oldukça kalabalık sayılırlar ve organize takılırlar.
Çakal, içinden düşünür: “Bu tilki, kafayı mı yedi? Yoksa bunadı mı? Nerede, ormanın en akıllı en sinsi hayvanları var; gidip onları buluyor. Ulan, timsahtan sana kıymık kalmaz, cimri hayvanın tekidir. Kokuşmuş et yiyen sana ne yedirir. Şempanzeler desen hırsız sürüsü, talancı, mafya bozuntuları. Bizim bu tilki ne düşünür? Olmadık işler açacak başımıza. İnsanlığın lüzumu yok. Durduk yerde hata yapmayalım. Aslana parçalanmak var, timsaha yem olmak var. Elin maymunlarının maskarası olamam. Şunun şurasında ÇAKAL diye bir unvanımız var, Madara etmeyelim kendimizi. Oğlum çakal, senin elin yakın akraban olan Kurt’a gider, anlatır durumu. Arkamız biraz kalın olsun değil mi? Gerektiğinde Aslan’a bile posta koyarlar. Kalabalık ailedendir. Ne de olsa. Ulan tilki, yaktım şimdi çıranı. Bekle beni Kurt kardeş, bu ormanın Belediye Başkanı seni yapmazsam bana da Çakal demesinler.
Sonra Tilki’ye dönerek: “Neyse, tilki kardeş yarın görüşürüz. Birden aklıma bir işimin olduğu geldi, Hadi Eyvallah”
Sonraki yazımızda devam edelim mi?
(23 Aralık 2008)
Aslan; “Bak, ben artık eskisi gibi her işe koşamıyorum. Koca orman, nüfus arttı, bakımdı, temizlikti derken akşam oluyor. Yattığım yeri bilmiyorum, ormanlar kralıyım ama ertesi gün orman ahalisinin karşısında uyukluyorum. Ne önerirsiniz, bay tilki?
Tilki bu, derhal kafasında şimşek hızı ile çare arar ve kendine göre bulur.
Tilki; “Sayın kralım, bilirsiniz ben şehirlere girip çıkarım. Bir tavuk uğruna kaç kez bu canım postu deldiriyorduk. Uzatmayalım, kentlerde hep sabaha karşı çöpleri birilerinin topladığını; koca koca arabalara yüklediklerini izledim. Arabalarda hep o kentin adını taşıyan ‘……BELEDİYESİ’ ile biten yazılar gördüm. Şehrin su ve kanalizasyon işlerini de bunlar yapıyor. Kısacası kralım, insanların her işini hemen, hemen bunlar yapıyor. Bunların başkanına da Belediye Başkanı diyorlar. Biz de, sizin işlerinin azalması için birini buluruz, orman işlerinde size yardımcı olur.
Aslan; “Peki, benim krallığım, benim kanunlarım ne olacak? İktidarımı yitirmez miyim?
Tilki; “Asla, Sayın Kralım. Aksine kuvvetlenecektir. Siz ormanı daha rahat denetleyeceksiniz.”
Aslan; “Bu görevi kim ister ki?”
Tilki; “Sen canını sıkma kralım, bu görev için talipliler birbirini çiğneyecekler. Ben, hemen çalışmalara başlıyorum.”
Tilki, koşarak yakın arkadaşı Çakala varır. Kendi gibi kurnaz olan arkadaşı olayları dinler.
Çakal; “Bu işi iyi organize edersek bir daha hiç çalışmayız, ormanın en güzel yerlerini kendimize ayırırız. İstediğimiz ayağımıza gelir.”
Tilki; “Ama kimi? Dikte edeceğimiz kim var? Bizden kurnaz olmayacak, bizi dinleyecek, bizim sözümüzden çıkmayacak kimi buluruz? Ağır, fazla atak olamayan, dediklerimizi yapacak biri lazım, çakal kardeş. Ayrıca, biz birbirimize kazık atmayacağız tamam mı?
Çakal; “Asla! Ben Tilki kardeşimi kazıklar mıyım? Allah yazdıysa bozsun. Bunları düşünme şimdi. Benim aklıma başkanlık için; Orangutan gelir. Bütün gün ağacın tepesinde uyuklar durur. Sonra Maymun nüfusu oldukça fazladır. Seçimleri kazanma olasılığı en yüksek odur.
İkinci olarak da deve gelir aklıma, onun da fazla bir bilgisi yoktur. Allahın günü geviş getirir. Melül melül bakar insanın yüzüne. Bu ikisinden daha safını bulamayız. Sen ne dersin kardeşim?
Tilki: “Ya ben, daha değişik birini önermek istiyorum. Bataklıktaki timsah tam bu iş için bire bir. Her türlü batak işi anında bitirir. Eh! Bize de böyle bir tecrübeli biri lazım. Yapar, eder oturur bir de gözyaşı döker. Öyle bir götürücüdür ki anlayamazsın koca öküzü kaşla göz arasında kaybeder. İkinci olarak şempanzeyi öneririm; Onun da aşırıcılıkta üstüne yoktur. Oldukça kalabalık sayılırlar ve organize takılırlar.
Çakal, içinden düşünür: “Bu tilki, kafayı mı yedi? Yoksa bunadı mı? Nerede, ormanın en akıllı en sinsi hayvanları var; gidip onları buluyor. Ulan, timsahtan sana kıymık kalmaz, cimri hayvanın tekidir. Kokuşmuş et yiyen sana ne yedirir. Şempanzeler desen hırsız sürüsü, talancı, mafya bozuntuları. Bizim bu tilki ne düşünür? Olmadık işler açacak başımıza. İnsanlığın lüzumu yok. Durduk yerde hata yapmayalım. Aslana parçalanmak var, timsaha yem olmak var. Elin maymunlarının maskarası olamam. Şunun şurasında ÇAKAL diye bir unvanımız var, Madara etmeyelim kendimizi. Oğlum çakal, senin elin yakın akraban olan Kurt’a gider, anlatır durumu. Arkamız biraz kalın olsun değil mi? Gerektiğinde Aslan’a bile posta koyarlar. Kalabalık ailedendir. Ne de olsa. Ulan tilki, yaktım şimdi çıranı. Bekle beni Kurt kardeş, bu ormanın Belediye Başkanı seni yapmazsam bana da Çakal demesinler.
Sonra Tilki’ye dönerek: “Neyse, tilki kardeş yarın görüşürüz. Birden aklıma bir işimin olduğu geldi, Hadi Eyvallah”
Sonraki yazımızda devam edelim mi?
(23 Aralık 2008)
İzlediniz Mi?
Televizyonda Sunucu, haberleri veriyor:
Diyarbakır ve Manisa’da petrol bulundu.
Ekranda ne petrol kuyusu var ne Diyarbakır ne de Manisa…
Ya ne?
El ele, kol kola girmiş adamlar halay çekiyorlar.
Niçin halay çekiyorlar? Petrol çıktı ya!
Kim haber verdi, kim buldu onları hemencecik? Böyle anlar için Nöbetçi Halay takımı mı var? Orası neresi? Diyarbakır mı? Manisa mı?
Aşk olsun, bak oynadıkları oyuna; bul yöresini…
Yer Ankara, Kızılay. Tarih: 24 Kasım 2008 Yoksulluğa Hayır ve Sendikal hareketlerin kısıtlanmaması mitingi.
Ekrandaki Görüntü: Onlarca insan halay çekiyor. Dört Davul, Dört Zurna! Nağme; Âşık Mahsuni’den “Deha Memed emmi” “Çoluk çocuk uyumaz aha Memed emmi”
32 yıl önce:
Tarih: 24 Kasım 1976
Yer: İstanbul, Saraçhane; katılanlar 29 ilden gelen 200 bin işçi Yoksulluğa Hayır ve Sendikalara Özgürlük mitingi.
Ekrandaki görüntü: yüzlerce insan gruplar halinde Halay çekiyor. Davullar, zurnalar yine dörder, dörder vuruyorlar. Nağme: Çoluk çocuk uyumaz aha Memed emmi. Âşık Mahsuni
Çok folklorik bir milletizdir. 32 yılda ne değişti? Hiiç! Söylenen nağme bile aynı kardeşim.
Ve bir anı…
Yer İstanbul, Sefaköy Hisar çatal kaşık fabrikası önündeki grev gösterileri Tarih 1977 ülke çapında greve gidildiği günler
Fabrikanın önü işçi kaynıyor. Pankartlar, Afişler ve Davul zurna ekibi de orada yine.
"Bu İşyerinde Grev Var." İşçi, Fabrikaya Ortak olacak. Hakkımızı alacağız. Hak verilmez alınır. Bunlar gibi yazılı çeşitli pankartlar.
Bir işçinin üzerinde “Grev Gözcüsü” yazılı beyaz bir gömlek, fabrikanın kapısının önünde heykel gibi duruyor.
u arada halaylar çekiliyor. Biri müziğin havasına kaptırmış, halaydan kopmuş gidiyor, ayakkabılar bir yanda. Dönüp bir yazıları okuyorum, bir de yapılanları izliyordum, anlam veremiyordum. Ne yaparsın, çocukluk aklı işte.
O grev gözcüsü, o gün benim kahramanım oldu. Taviz vermeyen duruşu ile kararlı bakışları ile işte, benim işçim bu demiştim.
Herkes gitmişti; fabrikanın kapısında o kararlı duruşu ile günlerce bekledi Grev gözcüsü işçim. Geleni gideni de azalmıştı son zamanlarda. Derken kış şartları geldi çattı. O hiç çıkarmadığı beyaz gömleğindeki yazı da solmuştu. Bir sabah fabrikanın önündeki otobüs durağının önünde bekleyenlere çay dağıtırken görmüştüm. Çok geçmeden küçük bir camekân peydahladı kendine; sıcak poğaça ve çay satıyordu artık. Çadırda kalmıyor, orada malzemelerini saklıyordu. Yakın bir yerlerde bir ev kiralamıştı. Zaten çoğa varmadan büyük bir araba yaptırmış sabahları kahvaltı, öğlenleri ise; arabanın camına yazdığı gibi meşhur köftelerini satıyordu. İlgimi çeken bir şey daha olmuştu. Kendine, çalıştığı fabrikanın adını almıştı. Meşhur Hisar Köftecisi, fabrika hala kapalıydı ama o işini yoluna koymuştu. Vefalıydı demek bizim gözcü. Bir gün, köfte yemek bahanesi ile yaklaştım yanına ve “işte hayatınız” edası ile anlattım izlenimlerimi. Beklediğimin tam aksi bir cevap almıştım.
Gülerek; “Yaşasın Hür Teşebbüs” demişti. Kısa bir süre sonra kayboldu ortalıktan. Köfte arabasını da başkasına devretmiş. Aylar sonra, bir gün gazete manşetlerinde adına rastladım Hisar Pavyonun sahibi öldürüldü yazıyordu. 10 yaşında bir çocuğa vurdurmuşlardı. Yerde yatarken üstünü gazetelerle örtmüşlerdi. Gazetelerin manşetleri dikkatimi çekti. Büyük grev sona erdi yazıyordu. Benim dağ gibi gözcüm yerde yatıyordu. Üstü başı gazete idi ve Haziranda Ölmek zordu.
Yazarın notu: Türkiye’de sendikalar kan kaybediyor. Sendikalar siyasetle içli dışlı oluyor ve toplumsal desteğini kaybetmektedir. 12 Mart 1971 tarihinde yasadan çıkarılan memurlara grev hakkı, 37 yıldır geri alınamadı. 12 Eylül 1980 tarihinde kaldırılan ücret düzenleme hakları 28 yıldır ortada yok. Ve 1967 tarihinden bu yana ufak tefek değişikliklerin dışında çalışanın sağlık sorunları ile kanun değişikliği yapılmamıştır. Peki, bütün bunları kim geri alacaktı? Tabii ki sendikalar. Pekâlâ, bütün bunları 40 yıla yakındır meydanları dolduran çalışanlara anlatan var mı? Yok, Olamaz tabii ki; sendika başkanı işçiler ile halay çekerken şöyle seslenir, “Hakkımızı Alacağız”… İki gün sonra; “10 liradan başlayan saat ücreti pazarlıkları 2 liraya bağlanmıştır”. Vur davulcu davula halaylar çekilsin, isteyen uçurtma uçursun. Tam kırk yıldır, çoluk çocuk uyumaz deha memed emmi. Hiç merak ettiniz mi? Bir sendika başkanı neden ve nasıl oturur otuz yıl o koltukta…
Medya toplumu kandırır, petrol çıktı deyip halay çekenlerin görüntüsünü verir. Sendikalar işçiyi kandırır; bizzat başkanları halay çekerek. Milletçe halaya durmuşuz, biri çıkıp halayı durdursun ya da durdurun dünyayı inecek var.
(14 Aralık 2008)
Diyarbakır ve Manisa’da petrol bulundu.
Ekranda ne petrol kuyusu var ne Diyarbakır ne de Manisa…
Ya ne?
El ele, kol kola girmiş adamlar halay çekiyorlar.
Niçin halay çekiyorlar? Petrol çıktı ya!
Kim haber verdi, kim buldu onları hemencecik? Böyle anlar için Nöbetçi Halay takımı mı var? Orası neresi? Diyarbakır mı? Manisa mı?
Aşk olsun, bak oynadıkları oyuna; bul yöresini…
Yer Ankara, Kızılay. Tarih: 24 Kasım 2008 Yoksulluğa Hayır ve Sendikal hareketlerin kısıtlanmaması mitingi.
Ekrandaki Görüntü: Onlarca insan halay çekiyor. Dört Davul, Dört Zurna! Nağme; Âşık Mahsuni’den “Deha Memed emmi” “Çoluk çocuk uyumaz aha Memed emmi”
32 yıl önce:
Tarih: 24 Kasım 1976
Yer: İstanbul, Saraçhane; katılanlar 29 ilden gelen 200 bin işçi Yoksulluğa Hayır ve Sendikalara Özgürlük mitingi.
Ekrandaki görüntü: yüzlerce insan gruplar halinde Halay çekiyor. Davullar, zurnalar yine dörder, dörder vuruyorlar. Nağme: Çoluk çocuk uyumaz aha Memed emmi. Âşık Mahsuni
Çok folklorik bir milletizdir. 32 yılda ne değişti? Hiiç! Söylenen nağme bile aynı kardeşim.
Ve bir anı…
Yer İstanbul, Sefaköy Hisar çatal kaşık fabrikası önündeki grev gösterileri Tarih 1977 ülke çapında greve gidildiği günler
Fabrikanın önü işçi kaynıyor. Pankartlar, Afişler ve Davul zurna ekibi de orada yine.
"Bu İşyerinde Grev Var." İşçi, Fabrikaya Ortak olacak. Hakkımızı alacağız. Hak verilmez alınır. Bunlar gibi yazılı çeşitli pankartlar.
Bir işçinin üzerinde “Grev Gözcüsü” yazılı beyaz bir gömlek, fabrikanın kapısının önünde heykel gibi duruyor.
u arada halaylar çekiliyor. Biri müziğin havasına kaptırmış, halaydan kopmuş gidiyor, ayakkabılar bir yanda. Dönüp bir yazıları okuyorum, bir de yapılanları izliyordum, anlam veremiyordum. Ne yaparsın, çocukluk aklı işte.
O grev gözcüsü, o gün benim kahramanım oldu. Taviz vermeyen duruşu ile kararlı bakışları ile işte, benim işçim bu demiştim.
Herkes gitmişti; fabrikanın kapısında o kararlı duruşu ile günlerce bekledi Grev gözcüsü işçim. Geleni gideni de azalmıştı son zamanlarda. Derken kış şartları geldi çattı. O hiç çıkarmadığı beyaz gömleğindeki yazı da solmuştu. Bir sabah fabrikanın önündeki otobüs durağının önünde bekleyenlere çay dağıtırken görmüştüm. Çok geçmeden küçük bir camekân peydahladı kendine; sıcak poğaça ve çay satıyordu artık. Çadırda kalmıyor, orada malzemelerini saklıyordu. Yakın bir yerlerde bir ev kiralamıştı. Zaten çoğa varmadan büyük bir araba yaptırmış sabahları kahvaltı, öğlenleri ise; arabanın camına yazdığı gibi meşhur köftelerini satıyordu. İlgimi çeken bir şey daha olmuştu. Kendine, çalıştığı fabrikanın adını almıştı. Meşhur Hisar Köftecisi, fabrika hala kapalıydı ama o işini yoluna koymuştu. Vefalıydı demek bizim gözcü. Bir gün, köfte yemek bahanesi ile yaklaştım yanına ve “işte hayatınız” edası ile anlattım izlenimlerimi. Beklediğimin tam aksi bir cevap almıştım.
Gülerek; “Yaşasın Hür Teşebbüs” demişti. Kısa bir süre sonra kayboldu ortalıktan. Köfte arabasını da başkasına devretmiş. Aylar sonra, bir gün gazete manşetlerinde adına rastladım Hisar Pavyonun sahibi öldürüldü yazıyordu. 10 yaşında bir çocuğa vurdurmuşlardı. Yerde yatarken üstünü gazetelerle örtmüşlerdi. Gazetelerin manşetleri dikkatimi çekti. Büyük grev sona erdi yazıyordu. Benim dağ gibi gözcüm yerde yatıyordu. Üstü başı gazete idi ve Haziranda Ölmek zordu.
Yazarın notu: Türkiye’de sendikalar kan kaybediyor. Sendikalar siyasetle içli dışlı oluyor ve toplumsal desteğini kaybetmektedir. 12 Mart 1971 tarihinde yasadan çıkarılan memurlara grev hakkı, 37 yıldır geri alınamadı. 12 Eylül 1980 tarihinde kaldırılan ücret düzenleme hakları 28 yıldır ortada yok. Ve 1967 tarihinden bu yana ufak tefek değişikliklerin dışında çalışanın sağlık sorunları ile kanun değişikliği yapılmamıştır. Peki, bütün bunları kim geri alacaktı? Tabii ki sendikalar. Pekâlâ, bütün bunları 40 yıla yakındır meydanları dolduran çalışanlara anlatan var mı? Yok, Olamaz tabii ki; sendika başkanı işçiler ile halay çekerken şöyle seslenir, “Hakkımızı Alacağız”… İki gün sonra; “10 liradan başlayan saat ücreti pazarlıkları 2 liraya bağlanmıştır”. Vur davulcu davula halaylar çekilsin, isteyen uçurtma uçursun. Tam kırk yıldır, çoluk çocuk uyumaz deha memed emmi. Hiç merak ettiniz mi? Bir sendika başkanı neden ve nasıl oturur otuz yıl o koltukta…
Medya toplumu kandırır, petrol çıktı deyip halay çekenlerin görüntüsünü verir. Sendikalar işçiyi kandırır; bizzat başkanları halay çekerek. Milletçe halaya durmuşuz, biri çıkıp halayı durdursun ya da durdurun dünyayı inecek var.
(14 Aralık 2008)
Nasıl Anlayacaksın Şimdi?
Piri Mehmet Paşa Camiine çarşı kapısından girdiğinizde, solunuzdaki küçük odayı hemen fark edeceksiniz. Eski Müftülük odası bu. Bu oda, tüm seçimlerde seçmen sandık odası olarak da kullanılmaktadır. Çok gariptir ki bu sandığın oy dağılımı hep Türkiye genelini vermiştir. Öyle ki 1982 Anayasası referandumunun Türkiye genelindeki oy oranı ile birebir aynı çıkmış idi.
Seçim sabahları, bazı meraklı vatandaşlarımız gelir, bu sandık odalarının karşısına dikilirler; kim girer, kim çıkar, yüzlerinizden, hareketlerinizden ne yaptığınızı anlamaya çalışırlar. Adamın gözünün içine bakarlar. Bu bakışlarla sizi rahatsız etmeye çalışırlar. Karagözlüklerinin ardından bakar, gözlerini kaçırmanı bekler, suçluluk duygusu duymanı ister. İşine öyle gelir, çünkü o kendi kendini önemser. Korkutarak, adam yerine konmayı bekler. Kara gözlüklü adam.
1982 Anayasasına evet ya da hayır diyeceğiz. İşte bu Müftülük odasında da oy kullanacağız. Odanın ortasında bir paravan, dört bir yanı açık. Köşelerde en az on santim boşluk. Ben boşluktan dışarı bakıyorum; karagözlüklü adam dışarıdan bana bakıyor.
Önümde evet ve hayır pusulaları, elimi uzatıp bekliyorum. Karagözlüklü adam ayak parmaklarının üzerinde yükseliyor. Yok, aslında beni çok iyi biliyor ama “ biliyordum, biliyordum” deyip teyit edecek bilgisini, bizim kurnaz. Elimi biraz daha ileri götürüyorum.
İyiden iyiye meraklanıyor, paravanın açık köşesine biraz daha yaklaşıyor. Ben içerden soluk alışlarını duyuyorum ve gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Pabuç kadar burnu aralıktan içeri ha girdi, ha girecek. Göz göze geldik, adam kitlendi bana öylece bakıyor. Elime yavaşçacık hayır oyunu aldım, uzattım beyefendiye doğru. 15 santim ya var ya yok aralarında.
Sonra yavaşça zarfın içine bıraktım.
“Allah” diye bir ses geldi. “Şerefsizler” diye inledi ortalık. Heyecanına yenilmişti. Kendini de belli etmişti. Bir sandalyeye oturtmuşlar, kara gözlüklerini de kucağına koymuşlar pörtlemiş gözlerinle bana bakıyordu. Tansiyonu yükselmiş, “Saygılar” deyip geçip gittim önünden, hâlâ bağırınıyordu ardımdan.
CHP kendi devrimlerine karşı, karşı devrimler hazırlıyor. Türbana hoşgörü, çarşafa rozet, sarığa davetiye çıkarıyor.
Basından: (25.11.2008 tarihli gazeteler)
“İnsanların kılık kıyafeti ile uğraşmayın, giysileri siyasete alet etmeyin” diyor.
Kim diyor?
Sayın Deniz Baykal.
Ne zaman diyor?
25 Kasım 2008
Türk kadını çarşafı atacak ve modern kadın elbiseleri giyerek modern Türkiye’nin öncüsü olacaktır.
Kim diyor?
Mustafa Kemal ATATÜRK
Ne zaman diyor?
25 Kasım 1925
Nereden mi biliyorum?
Tarihinden biliyorum, 25 Kasım benim doğum günüm.
Haydi, bütün bunları bir tarafa bırakalım; ya o kara gözlüklü adamları da mı düşünmüyorsunuz? Nasıl anlayacaklar; kim, ne tarafa atacak oyunu? Kim, kimin taraftarı?
Gel de ayır bakalım, bu çarşaflılardan hangisi kime atar oyunu?
Yakında CHP tespihleri satılmaya başlanırsa camii avlularında şaşırmayın, ya da altı oklu seccadeler moda olur bakarsınız.
(1 Aralık 2008)
Seçim sabahları, bazı meraklı vatandaşlarımız gelir, bu sandık odalarının karşısına dikilirler; kim girer, kim çıkar, yüzlerinizden, hareketlerinizden ne yaptığınızı anlamaya çalışırlar. Adamın gözünün içine bakarlar. Bu bakışlarla sizi rahatsız etmeye çalışırlar. Karagözlüklerinin ardından bakar, gözlerini kaçırmanı bekler, suçluluk duygusu duymanı ister. İşine öyle gelir, çünkü o kendi kendini önemser. Korkutarak, adam yerine konmayı bekler. Kara gözlüklü adam.
1982 Anayasasına evet ya da hayır diyeceğiz. İşte bu Müftülük odasında da oy kullanacağız. Odanın ortasında bir paravan, dört bir yanı açık. Köşelerde en az on santim boşluk. Ben boşluktan dışarı bakıyorum; karagözlüklü adam dışarıdan bana bakıyor.
Önümde evet ve hayır pusulaları, elimi uzatıp bekliyorum. Karagözlüklü adam ayak parmaklarının üzerinde yükseliyor. Yok, aslında beni çok iyi biliyor ama “ biliyordum, biliyordum” deyip teyit edecek bilgisini, bizim kurnaz. Elimi biraz daha ileri götürüyorum.
İyiden iyiye meraklanıyor, paravanın açık köşesine biraz daha yaklaşıyor. Ben içerden soluk alışlarını duyuyorum ve gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Pabuç kadar burnu aralıktan içeri ha girdi, ha girecek. Göz göze geldik, adam kitlendi bana öylece bakıyor. Elime yavaşçacık hayır oyunu aldım, uzattım beyefendiye doğru. 15 santim ya var ya yok aralarında.
Sonra yavaşça zarfın içine bıraktım.
“Allah” diye bir ses geldi. “Şerefsizler” diye inledi ortalık. Heyecanına yenilmişti. Kendini de belli etmişti. Bir sandalyeye oturtmuşlar, kara gözlüklerini de kucağına koymuşlar pörtlemiş gözlerinle bana bakıyordu. Tansiyonu yükselmiş, “Saygılar” deyip geçip gittim önünden, hâlâ bağırınıyordu ardımdan.
CHP kendi devrimlerine karşı, karşı devrimler hazırlıyor. Türbana hoşgörü, çarşafa rozet, sarığa davetiye çıkarıyor.
Basından: (25.11.2008 tarihli gazeteler)
“İnsanların kılık kıyafeti ile uğraşmayın, giysileri siyasete alet etmeyin” diyor.
Kim diyor?
Sayın Deniz Baykal.
Ne zaman diyor?
25 Kasım 2008
Türk kadını çarşafı atacak ve modern kadın elbiseleri giyerek modern Türkiye’nin öncüsü olacaktır.
Kim diyor?
Mustafa Kemal ATATÜRK
Ne zaman diyor?
25 Kasım 1925
Nereden mi biliyorum?
Tarihinden biliyorum, 25 Kasım benim doğum günüm.
Haydi, bütün bunları bir tarafa bırakalım; ya o kara gözlüklü adamları da mı düşünmüyorsunuz? Nasıl anlayacaklar; kim, ne tarafa atacak oyunu? Kim, kimin taraftarı?
Gel de ayır bakalım, bu çarşaflılardan hangisi kime atar oyunu?
Yakında CHP tespihleri satılmaya başlanırsa camii avlularında şaşırmayın, ya da altı oklu seccadeler moda olur bakarsınız.
(1 Aralık 2008)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)