Ömrümün yarısı içkili mekânlarda geçmiştir. Bu yerlerin havası çok başkadır. Kafa arkadaşlar olunca zaman su gibi akar gider. İşte, bu kafadar arkadaşlar bazen muhabbeti geyiğe bağlarlar. Bu geyik muhabbeti sizin için bir şey ifade etmeyebilir. O zaman başlarsınız etraf ile ilgilenmeye. Tam arkanızda masadaki olan konuşmalar çekici olmaya başlar sizin için.
Kadın, iç gıcıklayıcı bir sesle konuşur,
—Kuşum, neyin var tatlım? Aşk olsun, gecemi zehir etme ne olur. Güzel dudakların gülsün artık, aşkım, bonbon şekerim benim. Hadi bak, çıncın şerefe tatlım.
Başlarsın kurmaya; kadın güzel mi? Ses tonundan yaşlı olup olmadığını çıkarmaya çalışırsın. Erkek, kadından daha genç gibi! Baksana, kadın “Kuşum” diyor. Karşında oturanlara bakarsın, senin orada olduğunun farkında bile değiller. Oğlum millette ne şans var, manitayı kapmış adam, gördüğü muameleye bak. Meraktan çatlarsın, göz ucu ile bakmalar kesmiyor artık. Evet, tuvalete gidip gelirken iyice bakarım diyorsun. İlk gördüğün adamın yüzü oluyor, göz göze geliyorsunuz. Kadın, “ Kuşum” demişti değil mi? Aman tanrım! Yüz altmış kiloluk bir kuş bu. Adamda iki kilo kaş, iki kilo bıyık var. Bonbon şekeri mi şeker çuvalı mı siz karar verin.
Ya kadın?
O buğulu ses, o kırıtmalar, o kıkırdamaların sahibi bu hanım mı? Anlaşılan mesleğinin erbabı olmuş, göze değil de, kulağa hitap ediyor artık.
Az sonra arkadaşların,
—Oğlum ne zaman oldun sen ya! Bak, söylüyoruz sana eskisi gibi içemiyorsun, şurada iki dakika konuşana kadar gitmiş adam ya!
Bir başka gece,
Arkadaşlar muhabbeti yine futbola bağlamışlar. Bir yıl önceki maçın heyecanını yeniden yaşıyorlar. Ancak; hesap pusulası gelince anımsıyorlar insanı. Şu kadar saat oldu arka masaya da kimse gelmedi aksi gibi. Demeye kalmadı ayak sesleri yaklaşmaya başladı. İki erkek arkadaş; dertleşmeye geldikleri belli. Önce fısıldanmalar, derken alkol aldıkça sesler yükselmeye başladı. Oda ne? Ben bu sesi tanıyorum. Evet evet, yüzde yüz bu o; aman beni fark etmesin. Önce garsona bir şeyler söylüyor,
—Bak, birader! Ben Karadeniz çocuğuyum balıktan iyi anlarım ben. Bartınlıyım ona göre ilgilen bizimle.
Yahu, ben bu arkadaşı Mardinli bilirdim, meğer Bartınlıymış. Öyle sakallı falan görünce ne bileyim işte. Üçüncü dublede itiraflar başladı. Meğer çok dertliymiş kardeş.
—Biliyor musun? Şu sarışının yanında olmaktan çok mutluyum aslında. Ama kendi kariyerimi de düşünmek zorundayım.
Arkadaşı;
—Anlayamadım ağabey, sarışın kim? Hangi Sarışından bahsediyorsun?
—Şeyyy! Bizim Se..
Derken; mekân sahibi yanlarına geliyor. Hoş, beş derken bizimkisi mekânı yıkıyor tekrar yapıyor; Meslek mimarlık ya, esiyor bizimkisi. O anlattıkça mekânı inceliyorum.
Ne kadar eksik varmış, diyorum. Birden konu değişiyor; “Ah” diyor “Ah”
—Bu dönem; şu AKP beni bir aday gösterse, bak neler yaparım bu Silivri’ye.
Arkadaşı;
—Ağabey, nereden çıkardın sen şimdi AKP’den aday gösterilmeyi. Bizim konumuz sarışın, sarışın falan diyordun. Bende sormuştum sana kim bu sarışın diye.
— Yok, canım son zamanlarda hani bazı duyumlar aldım da, aslında bizim jargonumuza ters bilirsin beni. Olacak iş değil de; bir olsa diyorum, anla işte.
Arkadaşı;
—Haaa! Anladım, Peki Sarışın diyordun?
—Bütün mesele o, işte ya, onu bırakamam yarı yolda o olmasa zaten direk adayım.
Arkadaş;
—Ağabey sorumun cevabı bu değil, taktın adaylığa. Birden nereden geldi aklına yine adaylık? Ben, kim bu sarışın diyorum?
—Hık, ne? Sarışın mı? Ha! O, şey ya! Beraberiiiz. Beraber Yürüdük biz bu yollarda, bensiz yapamaz O, of ulan of Sana sarısın dediler güzel, Sen olmasan var ya Se..
Arkadaş,
—Ağabey kalkalım istersen, eve gidince de sarışın falan demezsin inşallah.
(23 Eylül 2008)
16 Ekim 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder