Tuvaletçi kapıyı yumrukluyor. “Hadi hemşerim çamaşır mı yıkadın beş ton su akıttın?” Anlıyorum ki benden bir beşlik gidecek, Allah’tan on ton demedi.
Nereye kadar geldik? Kaçan otobüs nereye gidiyordu? Burası neresi? Üst baş nasıl kurur? Of aman Allah’ım!
—Dayı, burası neresi? Acaba kalacak yer bulabiliriyim?
—Sen önce oradan bir beşlik ateşleyesin, yatma işini hallederiz sonra.
Altıncı hissime her zaman güvenmişimdir. İçimdeki ses, beş papelin gideceğini bildirmişti bana. Ulan bu ihtiyar, bu güzergâhta çalışan otobüslerin kaptanlarını tanır herhalde?
—Pehlivan ağa, bana yardımcı ol be! Neredeyim ben, üstelik otobüsü de kaçırdık.
Islak pantolonuma bakıp, olayı anlamaya çalışıyordu.
—Te be İnecik köyüdür burası. Birazdan gelir İzmir arabası, söyleriz senin arabayı kaçırdığını, aynı firmanın yolcusu deriz be ya!
—Tabii ya!
Tekirdağ’ı geçmişiz demek ki. Dediğim gibi oldu, otobüs geldi. Pehlivan aga, kaptana beni anlatıyordu, bir yandan da gülüşüyorlardı. Yanıma geldiğinde:
—Tamamdır, ha binesin arka tarafa dikkatli olasın gene doldurmayasın.
Otobüs durduğunda uyandım, öğlen çoktan geçmişti. Otobüsümüz ihtiyaç molası vermişti. Akhisar yakınlarındaydık. Benzinliğe bir köy minibüsü geldi. İçinden inenlerden ikisinin konuşmalarına takıldım.
—Nettiriyon geleyon mu Çınar’a gafaları çekmeye? Sabah kuzuyu keseceydi. Gidinin deyyusu koca göye haber salıyor.
—Akşamdan yapıyor aşıyı desene. Varalım bir ufağın belini kıralım.
—Galır mıyız bi ufakta ülen?
Kalmazsınız, kalmazsınız. Bak şimdi ya, bana yapılır mı bu! O çınarı ben de merak ettim. Az sonra ben de onlarla birlikteydim. Bu iki kafadar nereye kadar giderlerse, ben de arkalarından gidecektim. Çok geçmeden işareti verdiler zaten.
—Ülen Sarı, bizi Çınar’da indir oğlum. Sen de gel sonra.
Ben de arkalarından seğirttim. Az bir yürüdük. O ne ya, bu nasıl bir yer böyle, dünyanın sekizinci harikası burası olsa gerek. Anlatılmaz, yaşanır burada.
Küçük bir şelale akıyor. Billur gibi bir su, etraf çınar ağaçları ile dolu. Küçük bir tahta köprüden geçiyorsun, ortada yüz metre kare kadar bir adacık tahtadan eğri büğrü masalar, masaların etrafından dolaşan sular. Etraf serin mi serin. Evet, masanın birine de ben çöktüm. Ağaçta sallanan yeni kesilmiş bir kuzu.
—Arkadaş, sen bizi takip ettin gari emme yaktın bizi. Gelir şimdi bizim sidikli, bir misafir gelsin kokusunu on kilometreden alır. Geçer karşısına oturur bakar durur yüzüne. Eh gel otur orada artık, kokusu siner etrafa gitse dahi kalır kokusu.
Bu koku muhabbeti canımı sıkmıştı. Çaktırmadan bize mi çakıyorlar lafı anlamadım gitti.
—Akşamdan kalma gibi bir halin var delikanlı.
Anladın ya tebrik ederim yani.
—Demedim mi ben; aha geleyo işte bizim yarım dünya kokusu ta nerden geleyo. Aman delikanlı bu şimdi gelir masana oturur başlar sana bakmaya. Hiç durma kalk git bir tur at. O arada gider bir bira veririz eline göndeririz.
Yarım dünya dedikleri bir kadın; yüz elli kilo civarında, köprüden geçerken ha çöktü ha çökecek diye iç geçirdik. Kaçacak bir yer yok, yüz metre kare bir adacık, doğru benim masaya.
Göz göze geldik, gülümsedi, masmavi gözleri var; burnunun üstünde çilleri ile yaramaz bir çocuğu andırıyor, öylece bakıyor.
—Konuşmaz o, konuşmaz. Kimse görmedi konuştuğunu. Misafir ne olursun kalk git bir dolaş gel, söz senin içkini biz ısmarlarız dayanamıyoruz artık.
Benim gitmeye mecalim mi var. Bakışıyoruz yarım dünya ile hem kendime de yakın hissetim onu. Burnum da alıştı zaten. Olayı patlatıyorum; “Rakı içer misin?” diye soruyorum. Karşı masadan feryatlar yükseliyor bir anda. “Yandık ki ne yandık, gitmez artık sen gitsen de o gitmez kalır burada bir hafta kalır, sen döneceksin zanneder. Bekler durur burada, yandık ki ne yandık.”
—Artık gitme, otur burada da içsin bir kadeh, belki kendiliğinden gider. Ne yaptın be aganın.
“Neden yabacılara böyle davranıyor? Sizin köylü mü? Gerçek ismi ne?” sorularını tek tek sormaya başlamıştım ki, birden kısık incecik bir sesle konuşuverdi.
—Onlara sorma ben anlatırım sana. Konuştuğumu da sakın belli etme onlara.
Donup kaldım! Konuştuğunu bu güne kadar gören olmamış, duyan olmamış ama o benimle konuştu. Sessiz ve usulca konuştu.
Gelecek yazıda, konuştuklarımız...
(23 Temmuz 2008)
16 Ekim 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder