Türk toplumu için balkon ne ifade eder diye sorsalar ne dersiniz? Ben fikrimi hemen söyleyebilirim. Ya çamaşırları asmaya ya da akşamları oturup kafa çekmeye yarar.
Püfür püfür esen o balkonları kapatma gibi takıntılarımız da cabası. Bazıları için balkon bambaşka şeyler ifade eder. Gücün, ihtişamın sergilendiği iktidara giden yolun geçtiği yerlerdir. Siyaset hayatında önemi çok büyüktür balkonların
Dünya siyasetinde de bu böyledir, bizde de. İnsanlara balkonlardan seslenmek ayrıcalıktır siyasetçiler için; ayrıca sanattır da. Öyle her önüne gelen balkondan siyaset yapamaz. Bakın dünyada ve bizde ünlü balkon siyasetçileri: Winston CHURCHİLL, O ünlü.
Londra konuşmasını yaparken elindeki purosu ile yarı beline kadar sarkmıştı demir parmaklıklı balkondan. Aynı şekilde Fidel CASTRO, onun da purosu dişlerinin arasında ve eli Che GUEVERA’nın omzunda Havana halkını selamlıyordular, kızıl bayraklarla donatılmış balkondan. Ya İsabel PERON’A ne demeli; balkonundan halkına o tarihe mal olan sözünü “DON’T CRY FOR ME ARGENTINA” söylerken balkonu adeta bir opera sahnesiydi ve Arjantin ağlıyordu o balkona bakarak.
Bizde de Sayın DEMİREL’i bilirim. Kendi kadar ünlenen şapkasını sallardı bizlere. Ecevit az mı güvercin uçurdu o balkonlardan ve işini bilen milletvekili adaylarımız bizlere hep vaatlerde bulunmadılar mı? Lakin o balkonları organize edecek kişilerin haklarını yememek lazım. Nasıl bir balkon olmalı? Cepheyi tam görüyor mu? Emniyetli mi? Bayraklar, süsler şakşakçılar ses düzenleri. Bu debdebeli işi yapacak kişilerde herkese nasip olamazdı, parası olan işi bitirirdi.
— Hurşit ne yaptın oğlum, nerden sesleneceğiz Kaymaklı halkına? Öyle küçük bir kürsü falan istemem bak. 23 Nisan’da şiir okuyacak çocuklar gibi. Nasıl, meydanı dolduracak mıyız?
— Mücahit Beyime bak, sana bir yer buldum; konuşma, orada dur yeter. Bu millet oyunu direk sana verir ağabey seni Fidel Castro gibi görecekler en az 50 bin toplanır.
— Sallama Hurşit; Kaymaklı beldesinin tamamı 10 bin, zaten hem o Fidel mi neyin solcu değil mi? Rezil olmayalım baştakilere. Nereden konuşacağım ben halkıma?
— Bırak ağabey ya, onlar kendi derdinde. Ağabey ya, sana 50 bin diyorum ya; civar kasabalar sökün edeceklermiş seni dinlemeye. Çıkacaksın çarşıdaki fırının balkonuna, bayrakların arasından şöyle bir selamlayacaksın insanları, göreceksin meydan yıkılacak alkıştan.
Konuşma Günü:
— Ulan Hurşit, hani ulan 50 bin! Burada 500 kişi ya var, ya yok. Hem bu balkon bizi çekmez oğlum, çökeriz. Arkadakiler boşaltsın burasını.
— İdare et sayın vekilim, halk sizin dürüstlüğünüzden o kadar emin ki “Biz Mücahit beyi tanıyoruz, bilmeyenler gitsin dinlesin” diyorlarmış. Sen hele bir konuşmaya başla.
— Hurşit ben terlemeye başladım. Fırıncı fırını mı yaktı ne?
— İdare et sayın vekilim, halkın ekmeği çıkacak, çıkarın ceketinizi çözün kravatınızı halktan biri gibi olun. Bakın gömleğiniz de mavi; aynı şeye benzersiniz.
— Oldu olacak güvercin de uçuralım. Taklitçiliği sevmem Hurşit. Bu duman da ne böyle? Göz gözü görmüyor. Hurşit nerdesin? Ulan Hurşit, hesabını vereceksin bana bütün bunların.
Az sonra duman kalkar.
— Bu ne be! Halk gitmiş, ulan Hurşit yedim seni.
— Yapma ağabey sallama bak balkon sallanıyor çökece… ahhh.
Ertesi gün basından:
Seçmenine konuşma yapmak için çıktığı balkonun çökmesi sonucu ağır yaralanan milletvekili adayı hastaneye kaldırıldı. Geçmiş olsun dileğinde bulunmak isteyen Kaymaklı ve civarından gelenler hastane önünde izdiham yarattı.
— Ağabey, pencereden aşağıya bir bakabilsen, en az 50 bin.
Diğer balkon hikâyemiz ise daha bizden, daha tanıdık.
— Zakir beyciğim, bu mu balkonumuz?
— Evet, Cansu Hanım. Hemen birinci kat, halka yakın; uzansalar sizi tutacaklar gibi size kendilerini yakın hissedecekler.
— Biraz ufak değil mi?
— Bir bakışta nasıl anladınız?
— Baksanıza canım, ufacık balkon işte.
— Ha evet, balkon değil mi? Cansu Hanımcığım, ufak mufak, aman canım biz bize işte.
— Hadi çıkalım Zakir beyciğim, halkımızı bekletmeyelim. Yardım eder misiniz? Lütfen ama elimi tutun, sarılmayınız.
— Cansu Hanım emniyetiniz açısından yani arkanızı kolluyorum. Ya, arkadaki beyler ittirmeyin lütfen, hanımefendi konuşmasını yapamıyor.
— Of, terledim ben Zakir.
— Ben de.
— Ben de onu diyorum Zakir Bey, çıkarsanıza üstünüzdeki paltoyu. Sanki benim sırtımda duruyor. Ay lütfen çekilin arkamdan sizinle uğraşmaktan konuşmamı yapamıyorum.
— Bir dakika Cansu Hanım bana bırakın, konuşma yapmanıza gerek yok. Sizde bu şey varken… Yani zekâ varken demek istiyorum. Bakın Şimdi!
— Hey Silivri halkı; İyi bakın ve lütfen dinleyin. Bölgemizden adaylığını koyan Cansu Hanım, geleceğin Başbakanı olacaktır. Benim gibi yapın, O’nu şimdi destekleyin ve tarihteki yerinizi alın.
Meydanda bir dalgalanma olmuş ve herkes avazı çıktığı bağırıyordu: “Başbakan Cansu, Başbakan Cansu”
— Zakir Bey, nerden çıkardınız başbakanlığı? Biz daha milletvekili olamadık. Lütfen.
— Silivrili hemşerilerim; Bacınızın gözü yükseklerde değil, sadece sizin hakkınızı aramak için Ankara’ya gitmek istiyorum.
— Cansu Hanım halkı dinleyin, tevazu göstermeyin. Siz Başbakan olacaksınız. Eğer olamazsanız ben bu bıyıklarımı tek tek yolarım.
“Başbakan Cansu, Başbakan Cansu, vur vur inlesin, Ankara dinlesin…”
Tam bir yıl sonra basından:
Parti Genel Başkanlığı’na getirilen Cansu Hanım: “İktidara talibiz, gümbür gümbür geliyoruz. Bu millete yapılanların hesabını sormaya geliyoruz” diyordu.
Kendisine Başbakanlık yolunu açan, O’nu oralara getirecek hamleyi ilk yapan Kurt Siyasetçimiz Zakir Bey’i hatırlayıp teşekkür etti mi, bilmiyoruz. Ama..
3 ay sonra yine basından:
“Başbakan Cansu Hanım miting konuşmalarında arkasını koruması için kendine bayan bir koruma tuttu.”
Kalın sağlıcakla...
(19 Kasım 2008)
16 Ekim 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder