Balkonumuzun yazlık kiracılarıydılar. Geçen yaz iki yavruları olmuştu. Bu yaz döndüklerinde küçük kızları yanlarında yoktu. İyi tarafından bakıp kendine ait bir yuvası olabileceğini düşündüm. Genç erkek, anne ve babasıyla gelmişti. Ona ‘Kınalı’ ismini vermiştik. Erkek kırlangıçların boyunlarında kahverengi bir halka vardır. Bizimkinin boynu tamamen kahverengiydi.
Geldiklerinde anne ve babasına yardım etti. Geçen yıldan kalan yuvalarını tamir ettiler. Lakin! O, yuvada hiç kalmadı. Gecelerini hemen yuvanın altındaki çamaşır ipinin tahtasında geçiriyordu. Üç gün sonra akşamüstüydü, gelmediğini fark ettim, gecikmişti. Etrafa bakınmaya başladığımda onu balkonumuzun karşısındaki sokak lambasının üzerinde gördüm. Yanında başka bir kırlangıç daha vardı. Evet, tahmin ettiğim gibiydi, hayatı paylaşacak birini bulmuştu.
O geceyi balkonumuzda geçiriyorlardı. Yeni gelen misafirimiz tedirgin olmasın diye ağır hareket ediyor, bir yandan da göz ucu ile inceliyordum. Ne de olsa gelinimiz olacaktı. Pek kendini beğenmiş bir hali vardı, burnu havada birine benziyordu. Kim bilir güzelliğinin farkındaydı belki de. O da çaktırmadan beni izliyor, “Bu da kim?”der gibi bakıyordu. Belli ki, o da geçen yılın yavrularındandı. Kısa bir boynu vardı, karın kısmı bembeyazdı. Kafasını hep yukarda tutuyor, etrafına hep üstten bakıyordu. Adeta bir Fransız asilzadesi, bir Boleyn kızıydı.
Çamur taşıyacak, yuva kuracak birine benzemiyordu. Ne yapalım, oğlumuz sevmişti. Anne ve babanın yardımları ile yuvayı üç günde inşa etti bizimkisi. O, tüm olup bitenleri sadece izlemişti. Üç günün sonunda yalvar yakar girdi içeri. Kınalı, gece yarılarına kadar çalışıyor, ona yiyecekler getiriyor, rahatı için yumuşak tüyler ve otlar topluyordu. İşte ne olduysa o tüyler yüzünden oldu.
Kınalı, günün belli bir saatinde gagasında uzun sapsarı tüyler ile geliyor, bunları onun rahatı için özenle yerleştiriyordu yuvaya. Önceleri sesini çıkarmadı bizimkisi. Bir akşamüstü, Kınalı yokken öfkeli bir şekilde hepsini aşağı attı, tam o esnada Kınalı gagasında aynı sarı tüylerle gelmez mi?
Bir cayırtı koptu yuvada, tüylerle birlikte Kınalı da dışarı atıldı. Bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama nafile. Bu tüylerin sahibini soruyordu. Kıskanmıştı, bu altın sarısı tüyler çileden çıkarmıştı. Kınalı’nın anne ve babası yuvalarından başlarını çıkarmış olup biteni sessizce izliyorlardı. Anne bir ara “ Kızım onlar insan saçı, senin rahatın için” demek istedi. Bizimkisi çıldırdı adeta, yuvanın içinde tepinmeye başladı. İşte o anda olan oldu. Yuva hızla çöktü, iki küçük yumurta yere düşüverdi. Derin bir sessizlik oldu, Kınalı ile ailesi göz göze geldiler.
Kınalı ne yapacağını şaşırdı, yıkılmıştı Hızla geriye dönüp oradan kaçarcasına uzaklaşmak istedi. Gözleri kararmış hiçbir şey görmüyordu. Birden elektrik tellerine çarpıp hızla yere doğru iniyordu ki, daha havadayken gözü dönmüş aç bir kedi kaptı Kınalı’yı. Kedinin ağzından son kez baktı gökyüzüne. Anne ve babası havada çığlıklar atarak dönüyorlardı. Onu aradı gözleri ama göremedi.
(6 Ağustos 2008)
16 Ekim 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder